II. Aldatma
II. Aldatma
Madde 36 - Taraflardan biri, diğerinin aldatması sonucu bir sözleşme yapmışsa, yanılması esaslı olmasa bile, sözleşmeyle bağlı değildir.
Üçüncü bir kişinin aldatması sonucu bir sözleşme yapan taraf, sözleşmenin yapıldığı sırada karşı tarafın aldatmayı bilmesi veya bilecek durumda olması hâlinde, sözleşmeyle bağlı değildir.
I-) 818 Sayılı Borçlar Kanunu:
II - Hile
Madde 28 - Diğer tarafın hilesiyle akit icrasına mecbur olan tarafın hatası esaslı olmasa bile, o akit ile ilzam olunmaz.
Üçüncü bir şahsın hilesine düçar olan tarafın yaptığı akit lüzum ifade eder. Şu kadar ki diğer taraf bu hileye vâkıf bulunur veya vâkıf olması lâzımgelirse, o akit lâzım olmaz.
II-) Madde Gerekçesi:
Madde 36 - 818 sayılı Borçlar Kanununun 28 inci maddesini karşılamaktadır.
Tasarının iki fıkradan oluşan 36 ncı maddesinde, taraflardan birinin ve üçüncü kişinin aldatması sonucunda kurulan sözleşmenin bağlayıcı olmadığı durumlar düzenlenmektedir.
818 sayılı Borçlar Kanununun 28 inci maddesinin kenar başlığında kullanılan “II. Hile” ibaresi, Tasarının 36 ncı maddesinde, “II. Aldatma” şeklinde değiştirilmiştir.
Aynı maddenin ikinci fıkrasında, üçüncü kişinin aldatması sonucunda kurulan sözleşmenin bağlayıcı olması ve olmaması olasılıklarının hukukî sonucu, iki cümle hâlinde belirtilmişse de, bu hukukî sonuç, Tasarının 36 ncı maddesinde, üçüncü kişinin aldatması sonucunda kurulan sözleşmenin bağlayıcı olmadığı olasılık göz önünde tutularak, tek cümlede açıklanmıştır.
Metninde yapılan arılaştırma dışında, maddede 818 sayılı Borçlar Kanununa göre bir hüküm değişikliği yoktur.
III-) Adalet Komisyonu Değişiklik Gerekçesi:
Tasarının 36 ncı maddesinin birinci ve ikinci, 37 nci maddesinin ise birinci fıkrasında yer alan “o” ibareleri, gereksiz görüldüğünden redaksiyon yetkisi kapsamında fıkra metinlerinden çıkartılarak maddeler kabul edilmiştir.
Not: Tasarının 36. maddesinin 1. fıkrası Hükümetin teklif ettiği metinde şu şekilde kaleme alınmıştı:
“Taraflardan biri, diğerinin aldatması sonucu bir sözleşme yapmışsa, yanılması esaslı olmasa bile, o sözleşmeyle bağlı değildir.”
IV-) Kaynak İsviçre Borçlar Kanunu:
1-) OR:
II. Absichtliche Täuschung
Art. 28
1 Ist ein Vertragschliessender durch absichtliche Täuschung seitens des andern zu dem Vertragsabschlusse verleitet worden, so ist der Vertrag für ihn auch dann nicht verbindlich, wenn der erregte Irrtum kein wesentlicher war.
2 Die von einem Dritten verübte absichtliche Täuschung hindert die Verbindlichkeit für den Getäuschten nur, wenn der andere zur Zeit des Vertragsabschlusses die Täuschung gekannt hat oder hätte kennen sollen.
2-) CO:
II. Dol
Art. 28
1 La partie induite à contracter par le dol de l’autre n’est pas obligée, même si son erreur n’est pas essentielle.
2 La partie qui est victime du dol d’un tiers demeure obligée, à moins que l’autre partie n’ait connu ou dû connaître le dol lors de la conclusion du contrat.
V-) Yargı Kararları:
1-) YHGK, T: 02.11.2022, E: 2020/128, K: 2022/1415:
“… İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. ... Asliye Hukuk Mahkemesinin 02.04.2015 tarihli ve 2013/153 E., 2015/132 K. sayılı kararı ile; davacı tanık beyanlarından, davalıların babaanneleri olan davacıya müteahhit ile yapılacak resmî işlemlerde kullanacaklarından bahisle imzası gerektiğini söyleyip tapuya götürdükleri, satış işlemi yaptıklarını gizledikleri, davacının müteahhit ve apartman yönetimi ile ilgili işlemler sebebiyle imza verdiği zannı ile tapuda satış işlemine imza attığı, 27.08.2003 tarihinde 57.605TL olan 2/4 payın 20.000TL’ye; 26.04.2011 tarihinde değeri 330.979TL olan 2/4 payın ise 47.000TL’ye satıldığının işlem akit tablosunda gösterilmesine rağmen 60.000TL ödendiği savunularak banka kaydına dayanıldığı, ancak davacı tarafça belirtildiği üzere aynı miktar paranın bir gün sonra çekildiği, çekilen para karşılığında davacının mal varlığına ikame değerin girmediği, 21 numaralı deponun 16.08.2011 tarihindeki değerinin 224.836TL olmasına rağmen 37.000TL’ye satış gösterildiği ve tüm satış işlemlerinin rayiç değerlerin çok altında olduğu, bir kimsenin satın aldığı taşınmaza kira ödemesinin hayatın olağan akışına uygun olmamasına rağmen davalıların davacıya düzenli kira ödemeye devam ettikleri, bu durumun eylemlerini gizlemeye yönelik davranış olduğu, böylece davacının iradesinin davalılar tarafından sakatlandığı, devir sırasındaki iradesinin satışa yönelik olmadığı, müteahhit ve apartman yönetimi ile ilgili işlemler sebebiyle imza verdiği kanaatine ulaşıldığı gerekçesiyle davanın kabulü ile davalılar adına kayıtlı payların iptaline ve taşınmazın tapu kaydının davacı adına tesciline karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı davalılar vekili tarafından süresi içinde temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 05.03.2018 tarihli ve 2015/9268 E., 2018/1720 K. sayılı kararı ile;
“…Davacının, 1 numaralı bağımsız bölümün 2/4 payını 27/08/2003 tarihinde eşit paylar ile davalılara satış suretiyle temlik ettiği, kalan payı ise 26/04/2011 tarihinde yine satış suretiyle davalı ...’ye devrettiği, 25/04/2011 tarihinde davalı ... tarafından davacının banka hesabına 60.000,00 TL para yatırıldığı, paranın daha sonra davacı tarafından bankadan çekildiği, 21 numaralı bağımsız bölümün ise 16/08/2011 tarihinde satış suretiyle davalı ...’e devredildiği, yargılama sırasında kentsel dönüşüm projesi kapsamında 26/06/2013 tarihli satış vaadi sözleşmesi ile taşınmazın yıkılarak yerine yeni bina yapıldığı ve davalıların 3 numaralı bağımsız bölümde 1/2’şer oranda paydaş oldukları sabittir.
Hile (aldatma), genel olarak bir kimseyi irade beyanında bulunmaya, özellikle sözleşme yapmaya sevk etmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak veya esasen var olan hatalı bir kanıyı koruma yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır. Hatada yanılma, hilede ise yanıltma söz konusudur. 6098 s. Türk Borçlar Kanununun (TBK) 36/1. (818 s. Borçlar Kanunun (BK) 28/1.) maddesinde açıklandığı üzere taraflardan biri diğer tarafın kasıtlı aldatmasıyla sözleşme yapmaya yöneltilmişse yanılma (hata) esaslı olmasa bile aldatılan taraf için sözleşme bağlayıcı sayılamaz. Değinilen koşulların varlığı halinde aldatılan taraf hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable şamil) olarak ortadan kaldırabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir.
Öte yandan, hile her türlü delille ispat edilebileceği gibi iptal hakkının kullanılması hiç bir şekle bağlı değildir. Aldatmanın öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde karşı tarafa yöneltilecek bir irade açıklaması, defi yahut dava yoluyla da kullanılabilir.
Somut olaya gelince; davacının 27/08/2003, 26/04/2011 ve 16/08/2011 tarihli üç ayrı işlem ile davalılara temliki gerçekleştirdiği, dinlenen davacı tanıklarının davacının iddialarını kanıtlar mahiyette bilgi vermediği görülmektedir.
Davacının üç ayrı işlemle temliki gerçekleştirdiği gözetildiğinde, bunlardan birinde aldatılmış olduğu kabul edilse bile üç işlemin de hileli olduğunu söylemek hayatın olağan akışına aykırıdır.
Toplanan deliller ve tüm dosya içeriğinden temliklerin iradi olduğu ve hile iddiasının kanıtlanamadığı sonucuna varılmaktadır.
… gerekçesiyle karar oy çokluğu ile bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. ... Asliye Hukuk Mahkemesinin … sayılı kararı ile; … direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
...
12. Dava, aldatma (hile) hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkin olup, konu ile ilgili yasal düzenleme ve kavramların kısaca açıklanmasında yarar vardır.
...
14. Bir sözleşme yapılırken taraflardan birinin işlem iradesinin oluşum veya beyanı aşamasında ortaya çıkan sakatlıklara irade bozukluğu denir. …
...
19. Aldatma da iradeyi sakatlayan sebeplerden biri olarak TBK’nın 36. maddesinde; … şeklinde düzenlenmiştir.
20. Kanunda hilenin tanımına doğrudan yer verilmemiş ise de aldatma (hile); genel olarak, bir kimseyi irade beyanında bulunmaya, özellikle sözleşme yapmaya sevk etmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak veya esasen var olan hatalı bir kanıyı korumak yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır.
21. Görüleceği üzere hatada yanılma, hilede ise kasıtlı olarak yanıltma söz konusudur. Hilede irade sakatlığı iradenin beyanında değil, iradenin oluşumunda meydana gelmektedir. İradenin oluşumundaki sakatlık ise kişinin kendisi dışında başka birinin kasıtlı bir aldatma fiiliyle gerçekleşmektedir. Nitekim, Hukuk Genel Kurulunun 20.10.2010 tarih ve 2010/1-502 E., 2010/536 K.; 08.07.2020 tarih ve 2017/1-1831 E., 2020/549 K. sayılı kararlarında, hilenin; gerçek durumu bilmesi hâlinde bir kimsenin kabul etmeyecek olduğu bir şeyi kabul etmesine diğer bir kimse tarafından yol açılması olduğu vurgulanmıştır.
22. Hilenin varlığının kabulü için bazı şartların gerçekleşmesine ihtiyaç vardır: Birinci şart “aldatma fiili”dir. Aldatan şahıs diğerini yanıltmış (hataya düşürmüş) olmalıdır. Fakat karşı tarafın düştüğü bu yanılmanın esaslı olması gerekmez (TBK. m.36/1). Çünkü aldatan hiçbir surette korunmaya layık değildir. Aldatan, sözleşmenin yapılması ve özellikle görüşmeler sırasında, belirli konu ve hususlarda doğru olmayan bilgiler vermekte veya bazı hususları dürüstlük kuralına göre açıklaması gerekirken kasten gizlemektedir. İkinci şart; “aldatma kastı”dır. Aldatan, karşı tarafı sözleşme yapmaya ikna etmek için ona bilerek ve isteyerek (kasten) gerçek dışı beyanda bulunmuş olmalıdır. Başka bir deyişle, yalan söyleyende karşı tarafı aldatmak ve onun gerçeği bilmesi hâlinde yapmayacak olduğu bir sözleşmeyi yapmağa sevk etmek niyeti bulunmalıdır. Eğer bir kimse, bilmemesi ağır bir kusur teşkil etmesine rağmen, durumu bilmeden bir beyanda bulunmuş ise aldatma kastı yoktur. Üçüncü şart ise “illiyet bağı”dır. Sözleşme aldatma sonucu, onun etkisi ile yapılmalıdır. Aldatılan yapmış olduğu sözleşmeyi, aldatma olmasıydı ya hiç yapmayacak ya da daha iyi şartlarda yapacak idiyse, illiyet bağı gerçekleşmiş olur. Aldatma fiili, sözleşmenin kurulmasının asli şartı olmalı, aldatma ile sözleşmenin kurulması arasında tabi bir illiyet bağı bulunmalıdır. …
23. Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere taraflardan biri diğer tarafı hileyle sözleşme yapmaya yöneltmişse hata esaslı olmasa bile aldatılan taraf için sözleşme bağlayıcı sayılamaz. Değinilen koşulların varlığı hâlinde aldatılan taraf, hakkını kullanmak suretiyle hukukî ilişkiyi geçmişe etkili (makable şamil) olarak ortadan kaldırılabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir.
24. Ancak, iradesi sakatlanan tarafın sözleşmeyi iptal hakkını kullanması TBK’nın 39. (BK m. 31.) maddesinde belli bir süreye bağlanmıştır. Yanılma veya aldatma sebebiyle ya da korkutulma sonucunda sözleşme yapan taraf, yanılma veya aldatmayı öğrendiği ya da korkutmanın etkisinin ortadan kalktığı andan başlayarak bir yıl içinde sözleşme ile bağlı olmadığını bildirmez veya verdiği şeyi geri istemezse, sözleşmeyi onamış sayılır (TBK m. 39/1).
25. Buradaki süre Hukuk Genel Kurulunun 01.06.2011 tarih ve 2011/14-281 E., 2011/373 K. sayılı kararında da belirtildiği üzere hak düşürücü süre niteliğindedir. Hak düşürücü sürenin Kanun’un açık hükmü uyarınca hata ve hilenin öğrenildiği tarihten itibaren başlayacağı kuşkusuzdur. İradesi sakatlanan tarafın hata veya hileyi öğrendiği andan itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde sözleşmeyle bağlı olmadığını bildirmesi veya verdiği şeyi geri istemesi zorunludur.
26. Diğer taraftan, aldatmayı (hileyi) ispat yükü, aldatılan tarafa aittir. Hata, hile ve ikrah iddialarının senede bağlanması mümkün olmadığından senetle ispat edilmesinde maddi imkânsızlık vardır. Bu nedenle hukukî işlemlerdeki irade bozukluğu iddiaları, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 203/1-ç maddesinde senede karşı senetle ispat zorunluluğunun istisnaları arasında sayılmıştır. Sözleşme resmî senetle yapılmış olsa dahi 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Resmî belgelerle ispat” kenar başlıklı 7. maddesi “Resmî sicil ve senetler, belgeledikleri olguların doğruluğuna kanıt oluşturur. Bunların içeriğinin doğru olmadığının ispatı, kanunlarda başka bir hüküm bulunmadıkça, her hangi bir şekle bağlı değildir” hükmünü taşıdığından, hile olgusunun tanık dâhil her türlü delille ispatı mümkündür.
...
28. Yukarıdaki genel açıklamalar kapsamında somut olay ele alındığında; davacı taraf tapuda 27.08.2003, 26.04.2011 ve 16.08.2011 tarihlerinde üç ayrı resmî işlemle gerçekleştirilen tüm bu temliklerin aldatma (hile) ile sakat olduğunu ileri sürerek, davalılar adına yapılan tescillerin iptalini talep etmiş ise de dava dilekçesinde 27.08.2003 tarihinde yapılan ilk satış işlemi bakımından davacının iradesinin ne şekilde hile ile fesada uğratıldığı konusunda herhangi bir vakıa ileri sürülmemiştir. Davacının yaşının verdiği acziyet nedeniyle yaptığı işlemleri anlayamadığı ileri sürülmüş ise de davacı bu satış işleminin yapıldığı tarihte 69 yaşında olup, işlem yapmak üzere tapu müdürlüğüne gittiğini anlayacak durumda olmadığı yönünde bir iddia bulunmamaktadır. Kaldı ki, satışa ilişkin resmî senedin düzenlendiği tarihte yürürlükte bulunan mülga Tapu Sicili Tüzüğünün 16. maddesine göre akdi gerektiren işlemlerde resmî senet düzenlenir. Düzenlenen resmî senet memur tarafından müdür ve tarafların huzurunda okunur. Taraflar isterlerse resmî senedi kendileri de alıp okuyabilirler. Resmî senede tarafların fotoğrafları yapıştırılır. Taraflar resmî senetteki imza yerine “okudum” ibaresini yazdıktan sonra, hem imza yerlerini ve hem de karşılıklı birbirlerinin fotoğrafı üzerini imzalarlar. Davacı da kendi huzurunda okunan resmî senedi “okudum” ibaresini yazmak suretiyle ilgili yerlerini imzalamıştır. Resmî senette yapılan işlemin satış olduğu da açıkça yazmaktadır. Yine, Tüzüğün 101. maddesine göre tapu dairesinde akitli veya akitsiz işlemlerle ilgili olarak düzenlenen tapu senedi veya ipotek belgelerinin birer örneği, müdür tarafından hak sahiplerine verilir. Bu nedenle resmî senet içeriği kendi huzurunda okunmuş olan davacının, 2011 yılında yaptığı satış işlemlerinden sonra 2003 yılında yaptığı ilk temlik bakımından da iradesinin hile ile sakatlandığını ileri sürmesi, dava dilekçesinde o tarihteki herhangi bir vakıaya da dayanılmamış olması karşında inandırıcı bulunmamış ve iddianın ispat edilemediği sonucuna varılmıştır.
29. Davacının 2011 yılı içerisinde yaptığı satış işlemlerinin ise hilenin etkisi ile gerçekleştiğini kabul etmek için dinlenen davacı tanık beyanları yeterli değildir. Keza, resmî memur önünde yukarıda niteliği açıklanan şekilde yapılan işlemler bulunmakta olup, sadece davacının yaşı gereği kandırılmaya müsait olduğu olgu…” (suna) “... dayanılmıştır. Ancak hem davacı hem de davalı tanık beyanlarından davacı babaannenin yaptığı işlemlerin mahiyetini anlayabilecek durumda olduğu, davalı torunlarını çok sevdiği ve onlara düşkün olduğu, özellikle başka iki dairesini satarak sermaye yapıp iş kurması için parasını oğluna veren ancak kurduğu işi yürütemeyen oğlu nedeniyle torunlarına bir mal kalmayacağını düşünen davacının temlikleri iradi olarak gerçekleştirdiği anlaşılmaktadır. Kaldı ki, 26.04.2011 tarihinde davalılardan ...’e yapılan pay satışından önce davacının banka hesabına 25.04.2011 tarihinde “ev yarı hisse bedeli” açıklaması ile adı geçen davalı tarafından 60.000TL para yatırılmıştır. Düzenlenen bilirkişi raporuna göre tapuda gösterilen satış bedelleri ile davalı tarafından yatırılan 60.000TL bedel taşınmazın gerçek değerinin altında ise de sırf bedelin düşük olması hilenin kanıtı olarak kabul edilemeyeceği gibi tarafların babaanne-torun oldukları gözetildiğinde temlikte düşük bedel gösterilmesi de hayatın olağan akışına uygundur. Aksine, tapuda uzun süreye yayılan üç ayrı işlemle yapılan devirlerin her üçünün de hilenin etkisiyle gerçekleştirildiğini kabul etmek hayatın olağan akışına aykırı olacaktır. Ayrıca kentsel dönüşüm nedeniyle taşınmazın yıkılıp yerine yenisinin yapılmasına ilişkin girişimlerin de davalılara yapılan temliklerden sonra ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Tüm bu nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından somut olayda hile iddiasının ispat edilemediği sonucuna varılmıştır.
30. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında, dosya kapsamı ve toplanan delillere göre somut olayda her üç temlikin de bedelsiz ve hileli yapıldığının ispat edildiği, temliklerin iradi olması durumunda davacının bunu tek seferde yapma imkânı varken üç ayrı işlemin yapılmış olmasının dahi hilenin bir göstergesi olduğu, davalıların satın aldıkları taşınmaz için her ay kira ödemeye devam etmelerinin de hileli eylemlerini gizlemeye yönelik olduğu, bu nedenle yerel mahkemece aynı gerekçelere değinilerek verilen direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
31. Hâl böyle olunca, yerel mahkemece Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
32. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. …”
2-) Y. 1. HD, T: 27.04.2016, E: 2016/5779, K: 2016/5160:
“… Dava, sahtecilik, yolsuz tescil ve hile hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptali ile tescil isteğine ilişkindir.
Davacı, okur yazar olmadığını, kardeşi olan davalılardan ...’in babaları olan ortak mirasbırakan ...’dan intikal eden 40 adet taşınmazın miras ile ilgili işlemlerin hızlı yürümesi ve dava vs. takipler için vekâletname istediğini, ancak okuma yazma bilmemesinden faydalanan davalı ...’in kendisini noter yerine tapuya götürerek satış akdi ile taşınmazlardaki payını ...’in de aralarında bulunduğu erkek kardeşleri olan davalıların üzerlerine aldığını, bütün resmi işlemleri parmak basarak yaptığı halde işlem sırasında eli tutturularak imzasının alındığını ve akitteki "okundu" yazısının kendisine ait olmadığını, çekişmeli taşınmazların bulunduğu bölgenin kamulaştırma sahası içerisinde kalması nedeniyle bilgi sahibi olmak için 11.02.2013 tarihinde avukata vekâlet vermesi sonucunda hileli işlemlerden haberi olduğunu ileri sürerek tapu iptali ile miras payı oranında adına tesciline karar verilmesini istemiştir.
Davalılar ..., hak düşürücü …süre…nin dolduğunu, davacının anneleri ... ve diğer kız kardeşleri ... ile birlikte miras payını aynı akitle devrettiği gibi satışın fiilen 2001 yılında yapıldığını belirtip davanın reddini savunmuşlardır.
...
Mahkemece, … diğer davalılar yönünden satışın gerçek olduğu ve hileli işlemin bulunmadığı, davacının kendisinin zorla tutanağa imza attığını ispatlayamadığı gibi, resmi senedin aksinin ancak sahteliği ispat edildiği takdirde geçerli olacağı, davacının tapuda satış işlemi yaptığını bilmemesinin mümkün olmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği, toplanan deliller ve noksanın tamamlanması suretiyle getirtilen belgelerden; mirasbırakan ...’in 04.06.1996 tarihinde ölümü ile geriye mirasçı olarak dava dışı eşi ... ile ondan olma çocukları davacı ... ve davalılar ... ile dava dışı ..., ...’ün kaldığı, davacının mirasbırakandan intikal eden 39 adet … taşınmazdaki paylarını 16.09.2002 tarihli satış akdi ile erkek kardeşleri olan davalılara temlik ettiği, … çekişme konusu 11 adet … taşınmazın tapu kaydının beyanlar hanesine kamulaştırma şerhi konulduğu, kamulaştırma işlemlerinin kesinleştiği ancak hâlen davalılar adına sicil kaydının olduğu anlaşılmaktadır.
… 39 ve 73 parsel sayılı taşınmazlar hakkındaki ret kararında bir isabetsizlik yoktur. Davacı vekilinin bu yönlere değinen temyiz itirazları yerinde değildir. Reddine.
Davacı vekilinin öteki (dava konusu 38 adet taşınmaza) ilişkin temyiz itirazlarına gelince;
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 33. maddesi hükmü uyarınca olayları bildirmek taraflara hukuki nitelendirmeyi yapmak ve ona uygun yasal düzenlemeyi tayin ve tespit ederek uygulamak mahkemeye aittir.
Eldeki davada, dava dilekçesinin içeriğinden davacının, sahtecilik, yolsuz tescil ve hile hukuksal nedenlerine dayandığı anlaşılmaktadır.
Hukuki sebeplerden bir tanesinin öteki hukuki nedenin incelenmesine olanak verir nitelikte bulunduğu sürece önem ve lüzum derecesine göre birden fazla hukuki sebep aynı davada inceleme ve araştırma konusu yapılabilir. Nitekim, yargısal uygulama bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Öyle ise, dava dilekçesinde ileri sürülen ve kamu düzeni ile ilgili bulunan sahtecilik ve yolsuz tescil iddiasının öncelikle araştırılması gereklidir. Sahteciliğin veya yolsuz tescilin saptanması hâlinde öteki nedenlerin incelenme gereğinin ortadan kalkacağı hususları dikkate alındığında öncelikle bu nedenler üzerinde durulması gerektiği kuşkusuzdur.
Davacı,16.09.2002 tarihli sözleşmedeki "okundu" ibaresinin kendisine ait olmadığı gibi okuma yazma bilmediğini ileri sürmüş, ancak mahkemece, bu hususlar üzerinde yeterince durulmadan işin esası hakkında karar verilmiştir.
Bilindiği üzere; taşınmazların satışına ilişkin sözleşme tarihinde yürürlükte bulunan 1994/5623 sayılı Tapu Sicili Tüzüğünün 16. maddesinde "taraflar resmi senetteki imza yerine "okudum" ibaresini yazdıktan sonra imza yerlerini imzalar." hükmü düzenlenmiştir. Bunun yanı sıra aynı Tüzüğün 17. maddesinin b fıkrasında ise " taraflardan biri veya birkaçı okuma yazma bilmiyorsa işlemlerde iki tanık bulundurulur." hükmü getirilmiştir.
Öte yandan; hile (aldatma), genel olarak bir kimseyi irade beyanında bulunmaya, özellikle sözleşme yapmaya sevk etmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak veya esasen var olan hatalı bir kanıyı koruma yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır. Hatada yanılma, hilede ise yanıltma söz konusudur. …
...
Hâl böyle olunca, öncelikle 16.09.2002 tarihli satış sözleşme aslının getirtilerek sözleşme sayfasında davacının imzası yerindeki " okudum" şeklindeki yazının kimin eli ürünü (davacıya mı yoksa bir başkasına mı ait) olduğunun Adli Tıp Kurumundan alınacak raporla tespit ettirilmesi, sahte olmadığının saptanması hâlinde davada dayanılan diğer hukuki neden olan yolsuz tescil (davacının okuma yazma bilip bilmediği dolayısıyla sözleşmenin iki tanık huzurunda yapılıp yapılmaması gerektiği) üzerinde durulması, davacının okuma yazmasının bulunup bulunmadığının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde açıklığa kavuşturulması, sözleşmenin resmiyete uygun olduğunun belirlenmesi hâlinde ise davada dayanılan diğer hukuki neden olan hile üzerinde yukarıda değinilen ilkeler ışığında gerekli inceleme ve araştırmanın yapılması, davacının temliki işlemi öğrendiği tarihin duraksamaya yer vermeyecek biçimde saptanması, taraf delillerinin eksiksiz toplanması, toplanan ve toplanacak olan delillerin birlikte değerlendirilmesi ve varılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ve araştırma ile yetinilerek yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması doğru değildir. …”
3-) Y. 1. HD, T: 05.04.2016, E: 2016/836, K: 2016/4088:
“… Dava, hile hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacı ..., … maliki olduğu … taşınmazını ölünceye kadar bakılacağı vaadi ile kandırılarak satış suretiyle davalı kızına temlik ettiğini, sonrasında ise davalının kendisi ile ilgilenmediğini ileri sürerek, tapu iptali ve tescile karar verilmesini istemiş, davacının yargılama sırasında ölümü üzerine, atanan tereke temsilcisi ile yargılamaya devam edilmiştir.
Davalı, iddiaların doğru olmadığını, satışın gerçek olduğunu, ayrıca son iki aya kadar davacıya kendisinin baktığını ve davacıya tahsis ettiği evde kira ödemeden oturduğunu belirterek, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, hile iddiasının sabit olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
...
Hemen belirtilmelidir ki; yasal açıdan bir akdin korunması için asıl olan, akdin yapılması sırasında iradeyi ifsat eden bir nedenin bulunmamasıdır. … Akit sırasında olmayıp, sonradan zuhur eden olayların akdin geçerliliğine etkisi olamaz. …
Somut olayda; davalının, taşınmazın temlikinden sonra taşınmazda bulunan eski yapıyı yıktırıp yeni bir bina yaptırdığı ve bu binadan bir daireyi davacıya tahsis ettiği, davacının 2010 yılında rahatsızlanmasına kadar bu dairede oturduğu, bu sırada hastanede olduğu dönemde davalının kendisi ile ilgilenmemesi üzerine eldeki davanın açıldığı, öte yandan davacı tanığı ...’ın, davacının iradi olarak taşınmazı temlik ettiğini beyan ettiği, davalı tanığı ...’in de satışın gerçek satış olduğunu bildirdiği görülmektedir.
Bu ilke ve olgular çerçevesinde; … davacının serbest iradesiyle yapmış olduğu temlikten sonra gerçekleşen … olayların akdin sıhhatini etkilemeyeceği gözetilerek, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir. …”
VI-) Yararlanılabilecek Monografiler:
Mustafa Fadıl Yıldırım; Borçlar Hukukuna Göre Sözleşmenin Kuruluşunda Hile, Ankara, 2002.
Zekeriya Kurşat; Borçlar Hukuku Alanında Hile Kavramı, İstanbul, 2003.